Tanıdık duygular, yeni deneyimler: Ters Yüz 2

Pete Docter’ın 2015 yılında beğeni toplayan ve pek çok ödül kazanan filmi “Ters Yüz” (Inside Out), Riley’nin Minnesota’dan San Francisco’ya taşındığı dönemde yaşadığı zorlukları anlatan, sevimli ve bazen de nostaljik bir büyüme hikayesiydi. Meg LeFauve ve Dave Holstein’ın senaryosuyla, Kelsey Mann’in yönetmenliğini üstlendiği devam filmi “Ters Yüz 2”, Pixar’ın büyük kavramları eğlenceli ve bilgece ele alma yeteneğini bir kez daha sergiliyor.

Bu devam filminde Riley, artık ergenlik dönemine girmiş olarak karşımıza çıkıyor. Senaryo, ilk filmdeki çocukça serzenişlerin yerini daha kompleks duygulara bırakıyor. Çocukluğunda ona rehberlik eden Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku ve Tiksinti duygularının yanı sıra, artık yeni duygular da zihnine yerleşmeye hazır. Film, iki yıl sonrasına giderek belirli değişimlerin kabul edildiği bir dünyaya açılıyor. Riley, yeni okuluna ve arkadaşlarına uyum sağlamış ve hokey takımında mücadele eden mutlu bir genç olarak karşımıza çıkıyor.

Ancak, Riley’nin 13 yaşına gelmesiyle birlikte, karmaşık ve yıkıcı duygular gün yüzüne çıkıyor. Ergenlik döneminin zorlukları kaçınılmaz olarak kapısını çalıyor: Sivilceler, hazmetmesi zor duygusal dalgalanmalar ve kırılgan bir benlik algısı. Riley, liseye geçmeden önce gittiği hokey kampında bu duygusal fırtınaların zirvesine ulaşıyor. Bu süreçte Riley, sosyal ve duygusal baskıların altında ezilirken vicdan, benlik ve iyilik gibi kavramların krizleriyle yüzleşiyor. Benlik algısının altüst olduğu, doğru ve yanlışın birbirine karıştığı bu dönemde, Riley’nin içsel dünyası daha da karmaşık hale geliyor.

Neşe ve ekibin geri kalanı (Üzüntü, Korku, Öfke ve Tiksinti) Riley’nin zihninin bir köşesinde sıkışıp kalmış gibiler. Buradan dönüş yolculuğu, zekice kurgulanmış bilişsel metaforlarla dolu geniş ve tehlikeli bir manzarayı geçmeyi gerektiriyor. Her türlü karmaşık ve zorlu fikir sadece olduğu gibi ifade edilmekle kalmıyor, aynı zamanda maceraya açık oyun alanlarına da dönüşüyor. Örneğin, Riley’nin inançları, benliğinin merkezinde birleşen ve deneyimlerinin havuzundan büyüyen iplikler olarak gösteriliyor. Onun ruhunun diğer yönleri ise, bir nehir gibi akıp giden yarı biçimlenmiş düşüncelerle temsil ediliyor.

BEYİNDEKİ DUYGULAR İŞ HAYATINDAKİ ÇALIŞANLAR GİBİ ORGANİZE OLSAYDI NELER OLURDU?

“Ters Yüz 2”, ilk filmde olduğu gibi, soyut konseptleri ustalıkla işlerken Riley’nin beynindeki komuta merkezinde bulunan duyguların etkileşimiyle günümüz çalışma dünyasının hiyerarşik düzenine dair zekice metaforlar da sunuyor aslında. Riley’nin beynindeki duygular, iş hayatındaki çalışanlar gibi organize olsaydı neler olurdu? Duyguların birbirleriyle olan ilişkileri, görev dağılımları, kriz yönetimi ve karar alma süreçleri, işyerindeki çalışanların dinamiklerine benzer şekilde yansıtılarak bir hiciv yaratılıyor.

Kısa bir süre sonra ergenlik dönemi, duygular arasında yeni bir dinamik ortaya çıkarıyor. Neşe ve diğer temel duygular, enerjik ve durmaksızın komut veren Kaygı’nın liderliğinde, işleri daha da karmaşık hale getiren yeni bir duygunun varlığına alışmak zorunda kalıyorlar. Ergenliğin şampiyon duygusu olarak tanımlayabileceğimiz Kaygı, parlak turuncu rengi, kabarık tüylü saçları ve büyük gıcırdayan dişleriyle dikkat çekiyor. Kaygı’nın varlığı, devam filmini orijinalinden daha karmaşık ve derin kılan en büyük etken.

Kaygı, sadece yüzeysel olarak tanımlanmakla kalmıyor, aynı zamanda derinlemesine inceleniyor da. Maya Hawke’ın etkileyici performansı, Riley için en iyisini isteyen ama işleri de zorlaştırma potansiyeli taşıyan bu karmaşık duyguyu mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Tıpkı ilk filmde Üzüntü’nün yerini bulması gibi, Neşe de Kaygı’ya nasıl yer açacağını öğrenmek zorunda kalacak. Ancak Kaygı, pasif bir şekilde beklemek yerine Neşe’yi Riley’nin zihninin derinliklerine iterek, “Hokeyde yeterince iyiysem arkadaşlarım olur” gibi yeni düşünceler oluşturuyor. Bu dinamik, filmi daha karışık hale getiriyor. Kaygı’nın varlığı, filmi sadece bir devam hikayesinden çıkarıp düşündürücü ve çok katmanlı bir anlatıya dönüştürüyor. Adeta bir duygusal süpernova gibi, Kaygı hem büyülüyor hem de meydan okuyor.

Kaygı’ya eşlik eden 3 duygu da gerçekten göz alıcı bir şekilde tasvir ediliyor: Her daim başkalarına özenen cılız ve iri gözlü Gıpta, tükenmiş haliyle etrafta dolaşan Bıkkınlık ve neşesini yitirmiş, pembe tonda bir dev olarak resmedilen Utanç. Ayrıca kapıdan içeri girdiğinde yüzümüzde anlam veremediğiniz tebessüme yer açan Nostalji var. Geçmişi hatırlatmaya ant içmiş yaşlı bir kadın olarak tasvir edilen Nostalji, diğer duyguların zaman algısını test ederek kapıda göründüğü zamansızlığı ile dikkat çekiyor ve diğer duygular tarafından karga tulumba geldiği yere gönderiliyor.

‘BEN İYİ BİR İNSANIM’

“Ters Yüz 2”, yenilikçi bir dokunuşla, Riley’ye gelişen bir Benlik Duygusu kazandırıyor. Riley’nin bu Benlik Duygusu ona “Ben iyi bir insanım” mesajını veriyor ve bu aslında doğru; Riley, yabancılara karşı şefkatli, arkadaşlarına ve ailesine karşı sevgi dolu biri. Ancak kendisi hakkında idealize edilmiş bu değerlendirmeye ters düşen başarısızlıklar ve pişmanlıkları nereye koyacağını bilemiyor. Diğer duygular, kendi rollerini yerine getirmek ve olayları olduğu gibi kabul etmekle yetinirken, Neşe adeta bir hakem gibi Riley’nin inanç sistemi ve benlik duygusunu korumaya çalışıyor. Bu durum, Riley’nin Neşe tarafından bastırılan duygularının ezici gerçekliği altında kalmasına neden oluyor bir anlamda. Film, “Ben iyi bir insanım” temasını aşmaya çalışsa da bu temel kavram etrafında dönüyor gibi daha çok. Riley’nin zihninde kötü bir düşünce belirdiğinde, Neşe bunu fark edip aklının bir köşesine itiyor; ancak bu küçük müdahalelerin uzun vadede büyük sonuçlar doğurabileceği ihtimali düşündürücü bir alan da açıyor.

Kaygı, giderek Riley’nin zihninde kontrolü ele geçiriyor ve diğer beş duyguyu -Neşe, Üzüntü, Korku, Tiksinti ve Öfke- merkezden dışlayıp gölgede bırakıyor. Bu durum, Riley’nin Benlik Duygusu’nu köklü bir biçimde değiştiriyor ve onu sosyal ve atletik başarıya takıntılı biri haline getiriyor. Artık başarı sadece bir hedef değil, bir saplantı haline geliyor ve bu saplantı Riley’nin iç ve dış dünyasını altüst ederken, denge ve huzuru bulmasını da engelliyor.

Kısa bir sürede Riley, en iyi arkadaşları Bree ve Grace’i terk ediyor; daha havalı ve daha tecrübeli oyuncularla takılarak başarı, popülerlik ve yeteneği artırma telaşına kapılıyor. Lise hokey takımında arzu edilen yere ulaşmayı hedeflerken, rekabetin büyüsü onu adeta buz üzerinde kıyasıya bir savaşçıya dönüştürüyor. Artık fiziksel ya da duygusal zarar verme olasılığı onu fazla ilgilendirmiyor. Riley’nin bu dönüşümü, çevresindekilerin düşüncelerini ve hislerini umursamaktan ziyade kişisel kazanımlarına odaklanmasıyla belirginleşiyor.

TÜM ÇAĞIN BELİRLEYİCİ DUYGUSU: KAYGI

Bu noktada Kaygı, kısmen kötü bir karaktere dönüştürülüyor diyebiliriz. Riley’yi başarıya odaklanmaya zorlayan bir unsur olarak dikkat çekiyor daha çok. Bu, aile dostu animasyonlarda sıkça karşımıza çıkan “Hırs ve mükemmeliyetçilik sizi yok edecek” temasının bir örneği gibi tınlıyor. Öte yandan Kaygı, yalnızca Riley’nin gençliği için değil, tüm çağın belirleyici bir duygusu olarak da öne çıkıyor. Sosyal medyanın hayatları nasıl şekillendirdiği ve küresel krizlerin boğucu etkisi altında giderek artan kaygıya da dikkat çekiyor. Bu, filmin alt metinlerinde daha geniş bir toplumsal yansımaya işaret ederken, üzerinde düşünmek için de anlamlı bir zemin sunuyor.

Film, son bölümde tempoyu artırarak Riley ve izleyiciyi zorlu bir gerçeğe yönlendiriyor: Çabalamayı aşırı yüceltmenin tuzakları varsa, erdemi aşırı yüceltmek de (“Ben iyi bir insanım”) her zaman ideal bir yol olmayabilir. Nihayetinde, her bir duygunun varlığı dengeli bir ruh hali ve Riley’nin benlik duygusunun oluşumu için gerekli. Film, samimi bir varoluşun her zaman neşe getirmediğini ve bazen diğer duyguları da içermesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Ancak bu mesaj tam anlamıyla derinleşemiyor. Ergenliğin zorlayıcı uyum sağlama baskılarına karşı sürekli pozitif kalmayı öğütleyen kişisel gelişimci bir ton, yaşamın kadim gerekliliği olan anlamsızlığın varlığını göz ardı ediyor. Yeni karakterler ile metaforların sınırları genişliyor ve bunun bir kişinin ruhunun yansıması olduğu fikri biraz bulanıklaşıyor gibi. İlk filmdeki o dikkatlice işlenmiş denge, devam filminde biraz kaybolmuş gibi görünüyor. Fakat “Ters Yüz 2”, Riley’nin büyüme sürecindeki yeni zorlukları keşfederken, hem tanıdık duygular hem de yeni deneyimler sunmaya devam ediyor. Bu yüzden, sona doğru her ne kadar biraz kafa karıştırıcı olsa da kesinlikle izlemeye değer bir devam filmi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir